Bir dönem Erdoğan’ın en yakınıydı… Kendisi olmazsa Akar’ı aday gösterir

Sözcü Gazetesi yazarı Ruhat Mengü, AKP’yi ve Genel Başkanı Erdoğan’ı yakından tanıyan ve son aylarda medyada yaptığı siyasi analizleri ilgiyle izlenen 22’nci dönem Balıkesir Milletvekili Op. Dr. Turhan Çömez’le yaptığı röportajı köşesine taşıdı.

Röportaj şöyle:

AP’NİN TÜRKİYE RAPORU AVRUPA’NIN BAKIŞINI GÖSTERİYOR

– Sayın Çömez, Avrupa Parlamentosu birkaç gün önce 2021 Türkiye Raporu’nu oyladı ve kabul etti. Bu raporda Türkiye’ye ağır eleştiriler vardı ve siz de bunun önemi üzerinde durdunuz. Türkiye’yi hem dışardan, hem içerden dikkatle izleyen bir siyasetçi olarak bu konudaki yorumunuz nedir?

Evet, Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye Raporu’nda ciddi eleştiriler var ve Türkiye Raportörü Amor’un söyledikleri aslında Batı’nın Türkiye’ye olan bakış açısının tam bir özeti idi. Demokratik standartların bir felaket olduğunu, Türkiye’de kasıtlı bir geriye dönüş yaşandığını, Türkiye’de otoriter bir rejim olduğunu, otoriter rejimin bir devlet politikası haline geldiğini ve kasıtlı, programlı, korkunç bir soğukkanlılıkla uygulandığını, Erdoğan’ın Türk toplumuna sunduğu modelin Avrupa değil Rus modeli olduğunu, böyle devam ederse Türkiye’nin Avrupa yolculuğunun biteceğini söyledi. Birçok siyasi düşünce kuruluşunun açıklamalarına da baktığımız zaman 20 yıllık Erdoğan iktidarının son dönemecinde artık Türkiye’nin Batı’dan koptuğu, otokratik bir rejimle yönetildiği kanaati yaygın bir şekilde benimsenmiş durumda.

– Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin imajının dünya çapında bozulduğunu fark etmiyor olamaz, buna rağmen gittikçe daha da sert söylemlere yöneldi, hatta topluma karşı hakaret, küfür içeren konuşmalar yaptı, doktorluğunu da yapmış biri olarak bunun nedeni sizce ne olabilir?

Erdoğan’ın genel karakteridir, dış politikadaki keskin U dönüşleri ve esnemelerine karşın iç politikada son derece katı, geri dönüşü olmayan bir tutumu vardır. İç politikadaki söylemlerinde ısrarcıdır, söylediği her şeye insanların inandığını düşünür ve söylemlerinin daha kalıcı ve ikna edici olabilmesi için bunları değişik mecralarda bıkmadan tekrarlar. Hatırlayacaksınız, önce “Camide içki içtiler” dedi, ardından camiden loderlerle başbakanlık makamıma kanallar açtılar dedi, en son da “camileri yaktılar” dedi. Bunların hiçbiri doğru değildi ama buna rağmen ısrarla tekrarladı, çünkü bu sayede taraftarlarını inandırmak ve tahkim etmek istedi. Geçtiğimiz günlerde de Gezi eylemlerine katılan yurttaşlara ağır hakaret içeren ve özür dilemesini gerektiren ifadeler kullandı, bu ifadeler Cumhurbaşkanlığı’nın resmi sitesinde yer aldı ve Erdoğan “Biz milletimizin diliyle konuştuk” dedi, geri adım atmadı. Bazı taraftarların alkış tuttuğu bu konuşmayı makul AKP tabanı suskunluk, hayret, kısmen de korku ve utançla karşıladı, AKP’nin kadın tabanında da bir tepki oluşturdu, AKP’li kadınlar bu durumdan kendileri de rahatsız oldular, üzüldüler, ayrıca kaynamayan tencereler, alım gücünün giderek azalması, yaşam şartlarının ağırlaşması da AKP’yi iktidara taşıyan kadın kitlesinde moral bozukluğuna yol açtı. Erdoğan’ın bunun ne kadar farkında olduğunu bilmiyorum, ancak sandıklar açıldığında bu ifadelerin ve ekonomik tablonun Erdoğan’a nelere mal olduğuna hep birlikte tanık olacağız. Bu üslup aslında onun içinde bulunduğu ruh halini ve derin kaygıyı yansıtıyor. Bir panik hali bu, öfke patlaması. Gerçeklikten kopma ve çaresizlik. Bu konuşmayı yapmadan bir gün önce Erdoğan ekonomi kurmaylarını Saray’da topladı ve bu toplantıda giderek derinleşen ekonomik kriz gerçeğiyle yüzleşti. Buna bir bahane bulmalıydı ve Gezi eylemleri bulabileceği en güzel bahaneydi. O nedenle “Gezi olmasaydı milli gelir 1,5 trilyondu” dedi. Bu ısrarlı söylemle toplumun bu gerçek dışı bahanelere inanacağını umuyor ve hayatının en büyük siyasi hatasını yapıyor. Grup toplantısında partili arkadaşlarının gözlerine baksa anlayacak aslında. Kullandığı ifade karşısında arkadaşları sustular, belki de utandılar ve başlarını öne eğdiler. Havuz medyası dahi söyleme sahip çıkmadı, görmedi, belki de bunun Erdoğan’a getireceği ağır faturayı gördü.

– AKP’nin içinde ve Sayın Erdoğan’ın yakınında yıllarca siyaset yapmış biri olarak partinin bugünkü durumunu nasıl görüyorsunuz?

Aslında her şey toplumun gözü önünde oluyor. Benim AKP kurulduğu günden beri süreci yakından takip etmem ve eski ilişkilerim olması münasebetiyle olaylara biraz daha farklı açıdan bakma şansım var, o sebeple AKP’nin içini ve yol haritasını daha farklı bir gözle değerlendirme imkanım var. AKP mutsuz, huzursuz ve umutsuz. Özellikle son dönemde giderek artan hayat pahalılığı sebebiyle AKP tabanında büyük bir kırgınlık, kızgınlık, dargınlık var. Eskiden AKP tabanı AKP’li siyasetçileri heyecanla beklerken şimdi onlardan yüz çevirdiler. Bir zamanlar “AKP ceketini bile koysa oy veririz” diyen seçmen bugün artık tepkili ve AKP’lilere “Biz açlık ve sefalet içinde AKP milletvekilleri tabandaki sıkıntıyı Genel Merkezlerine taşıyamıyorlar, burada da büyük bir kopukluk yaşanıyor ve milletvekilleri nezdinde ciddi bir umutsuzluk, belirsizlik ve heyecansızlık söz konusu. AKP Genel Merkezi’yle Saray yönetimi arasında da bir ayrışma söz konusu, zaman zaman basına intikal ediyor, sosyal medyada Twitter üzerinden atışmalar, hesaplaşmalar yaşanıyor. Saray’da da kimi gruplar kümelenmiş durumda, tabii Erdoğan bütün bunlardan ne kadar haberdar bilmiyoruz.

ERKEN SEÇİM GÜNDEMDE Mİ

– “Erken seçim olmayacak” derken Erdoğan Cumhur İttifakı’nın adayı olduğunu da açıkladı. Sizce buna rağmen seçimi zamanında yapması mümkün mü?

Evet, sürpriz bir çıkışla aday olduğunu ilan etti, zamanında yapılacak bir seçimde Anayasa’ya göre aday olması mümkün değil. Bana göre hala kafasında bir erken seçim planı var ve kurguladığı planın taşlarını döşüyor. Burada amacı şu; ekonomi hiç tartışılmasın istiyor. Seçime kadar adaylık tartışmaları ve sanal gündemler toplumu meşgul etsin istiyor. Muhalefetin adayı bir an önce açıklansın ve onun yıpratılma süreci bir an önce başlasın istiyor. Görünen o ki Kılıçdaroğlu’nun adaylığı Erdoğan’ın arzu ettiği bir süreç. Tanıdığı bir rakiple seçim meydanlarında mücadele etmek istiyor. Adayın açıklanmaması halinde ise 6’lı masaya bir zafiyet görüntüsü atfetmek istiyor, muhalefetin Erdoğan’ın planına alet olmaması gerek. Bıraksınlar Erdoğan kendi minderinde peşrev çekmeye devam etsin. Seçim tarihi resmi olarak ilan edildiğinde aday açıklanır ve sahaya inilir. O döneme kadar gündem, Türkiye’nin içinde bulunduğu derin ekonomik kriz ve ulusal tehdit olmaya başlayan göçmen krizi olmalı. İnsanlar giderek ekonomik krizi daha derinden hissediyor, muhalefet ısrarla buna odaklanmalı, çözüm önerilerini anlaşılabilir mesajlarla topluma ulaştırmalı. Yaz döneminde tüm muhalefet parti teşkilatları kapı kapı dolaşıp toplumun dertlerini dinlemeli, umut olmalı. Erdoğan’ın erken seçim dışında bir şansı yok, süreç uzadıkça sorunlar derinleşecek ve çözülmesi daha da zor bir hale gelecek, geçen her gün aleyhine işliyor, eminim o da bunun farkında ve erken seçimi bir alternatif plan olarak gündeminde tutuyor.

– Bütün anketler Cumhur İttifakı’nın oylarının artık Millet İttifakı’ndan çok geride olduğunu göstermeye başladı, siyasetçiler ve siyaset bilimciler bu dönemin bittiğini söylüyor, siz de aynı görüştesiniz, köşeye sıkıştığını söylüyorsunuz, peki AKP şu anda kaybedeceğini görüyorsa neden seçime gitsin?

Şu anda ekonomik daralma ve giderek derinleşen kriz çözüm noktasında bir umut vaat etmiyor. Erdoğan’ın bu ekonomik krizle ilgili atmış olduğu adımlar ve çözüm paketleri tam tersine giderek bu krizi derinleştiriyor. Yaz dönemi Erdoğan için her zaman bir umut olmuştur. Bu dönemde turizm gelirleri artar, tarım köylüsü biraz rahat nefes alır, gıdada nispi bir ucuzlama yaşanır, enerji tüketimi azalır, bunlar görece bir rahatlık sağlar vatandaşta. Yaz döneminde ortaya çıkan kısmi rahatlık belki çok kısa sürecek, özellikle kış aylarından sonra ekonomi giderek derinleşen bir buhranla, bir katastrofiyle boğuşuyor olacak ve eğer Erdoğan bir başka çözüm bulamazsa bir an önce bu durumdan kurtulmak ve elindeki son kozu kullanarak erken seçim hamlesini yapmak isteyecektir. Bugün “Seçim zamanında yapılacak ve ben de Cumhur İttifakı’nın adayıyım” dese de onun söylediği her söze şüpheyle bakmak alışkanlık haline geldi. Çünkü bugüne kadar söylediklerinden rahatlıkla manevra yapan, söylediklerinin tam tersini rahatlıkla yapabilen bir siyasi karakter Erdoğan. Özellikle dış politikada yaptığı büyük U dönüşlerini ve söylem farklılıklarını yıllardan beri hep beraber izledik, bugün söylediklerine de o perspektiften bakmak lazım. İşçiye, memura, emekliye iyileştirme yapılacağının işaretlerini verdi, diğer tarafta dilini sertleştirdi, kutuplaşma ile tabanını tahkim etmeye çalışıyor, başta İyi Parti olmak üzere özellikle yükselen muhalif partilere alternatifleri ya da siyasi tetikçiler tesis etmeye çalışıyor, mesela Çiller bunlardan biri. HDP’nin kapatma davası sürüyor ve İmamoğlu’nun davasında karar yine sonbahara ertelendi.

İHALELERİ DURDURMA GİBİ BİR ŞANSLARI YOK

– Ortada böyle bir durum var ve iktidar hiçbir tutum değişikliği yapmıyor, adeta bir inatlaşma söz konusu. Dolar zaman zaman 18 TL’ye yaklaşıyor, neredeyse tekrar 2021’in Aralık ayına döndük, enflasyon fırlamış, 20 yılda bundan önceki tüm hükümetlerin harcadığından fazla harcama yapılmış ama hala müteahhitlere dolarlar saçılıyor, KKM devam ediyor, buna ne diyorsunuz?

Siyasal karakter olarak katı tutumunu devam ettiriyor, aslında hem dövizde, enflasyonda, faiz oranlarında, halkın yaşam kalitesinde büyük bir zorluk var fakat ne yaparsa yapsın bunun artık çözümü yok, bunu da öngörüyor zaten. İhaleleri durdurma şansı yok, bunlarla ilgili derin angajmanları var, hangi ihaleyi durduracak bu saatten sonra, özellikle büyük paralara mal olan garantili ihaleler; köprüler, otoyollar, hastaneler noktasında zaten Erdoğan Londra mahkemelerini hakem mahkeme olarak kabul etmiş, bundan sonra bunlardan geri dönmesi teknik olarak da mümkün değil. Zaten palyatif tedbirlerle ekonomiye çare olmaya çalıştı, dolar 18’e çıktığında kur korumalı mevduat hesabı getirildi, o günden bugüne 160 milyar liraya yakın toplumun sırtına büyük bir yük daha yüklendi. Bugün KKM hesabı olan mutlu bir azınlık bundan büyük kar sağladı, ancak bunların faturası toplumun geneline yayıldı, bu 160 milyar liralık maliyeti hesaba kattığımızda Türk çiftçisine bir yıllık bunun beşte biri kadar sübvansiyon yapıldığını dikkate aldığımızda Erdoğan politikalarının ne kadar absürd ve gerçeklikten uzak olduğunu anlayabiliriz.

PARA BASIP RAHATLIK SAĞLAYARAK SEÇİME GİDECEK

– Siz “AKP kurguladığı oyunları uygulamaya koyuyor, son adımları erken seçim habercisi” diyorsunuz. Ortada böyle bir tablo varken hangi adımlar erken seçim habercisi?

AKP köşeye sıkıştığının farkında ama geri adım atması mümkün değil. Şu anda ben erken seçimi öngörüyorum, muhalefetin uyanık olması ve Erdoğan’ın bu tavırlarından çok görünmeyen planlarına odaklanıp bunları okuması gerekiyor. Hatırlayacaksınız Erdoğan geçtiğimiz günlerde memurlara yönelik bir ek gösterge adımıyla bir rahatlık sinyali verdi, önümüzdeki haftalarda asgari ücretli ve emeklilere de bir rahatlık vereceği konuşuluyor, bunu mutlaka yapacaktır. Maaşlardaki artış küçük de olsa bir nefes aldıracak topluma. Yaz aylarındaki turizm gelirleri de ekonomide rahatlama sağlayabilir, buna bel bağlıyor ekonomi kurmayları. Eğer kısa vadeli bir erken seçim planı yapacak olurlarsa yoğun bir para basımıyla da bir anlamda para bolluğuyla bir rahatlık getirerek seçim periyoduna girmeyi düşünüyor, benim okuyabildiğim bu. Seçimde olur da ipi göğüslerse ki ben buna hiç ihtimal vermiyorum, bu kadar yanlışın üzerine yapılmış büyük hatalarla Türkiye bunun bedelini çok daha sert bir şekilde ödemek zorunda kalacak, yokluklar Türk halkını perişan edecek. Bu bakımdan 6’lı masanın çok dikkatli olması, Erdoğan’ın kurguladığı politik hamleleri çok iyi okuması ve buna göre tavır alması gerekiyor. Tabii Türkiye çok kritik bir ülke, günübirlik çok büyük değişikliklere sahne olan bir ülke, günün şartlarında Erdoğan yeniden değerlendirme yapacaktır, “seçim 2023’te zamanında olacak” dese de hala küçük de olsa bir erken seçim ihtimali var.

KAZANAMAYACAĞINI ANLARSA AKAR’I GÖSTERİR

– Cumhurbaşkanı adayı olduğunu söylese de olmama ihtimali var mı sizce?

Eğer son yaptığı çıkışlara ve açılımlara rağmen anketler seçimi kazanamayacağını gösterirse Erdoğan rahatlıkla bir manevra yaparak bir başka aday çıkarabilir.

– Aklınıza gelen bir aday ismi var mı?

Bu konuda öngörüde bulunmak çok zor ama genel olarak okuduğumda Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın Erdoğan’ın güvenini kazanan bir isim olduğunu, geçmişte de siyasette ve askeri bürokraside deneyimi olması sebebiyle Erdoğan’ın itibar ettiği bir isim olduğunu düşünüyorum. Türk siyasetinde hele böyle kritik bir süreçte tahminde bulunmak çok zor, Erdoğan’ın kafasında çok değişik alternatiflerin olduğunu düşünüyorum. Zamanın koşullarına göre bunlardan birini hayata geçirebilecek manevra kabiliyetinin olduğunu düşünüyorum.

– Erdoğan, Gezi direnişini dilinden düşüremedi ama başka parklarda halkla aynı inatlaşmaya devam ediliyor. AKP’li Çekmeköy Belediyesi’nin çocuk parkını otopark yapacağız inadı zabıtayla, polisle halk karşı karşıya getirildi. Gezi’ye katıldınız diye insanlara ağır hapis cezaları verilirken 24-25 kişiyi öldürenlerin serbest kaldığı ülkede hala birçok konuda aynı hatalar, inatlaşmalar neden sürdürülür?

Aslında AKP’de demokrasi kültürü tam oluşmamış, seçimle kendilerine verilen yetki ve sorumluluğun mutlak bir yetki ve sorumluluk olduğunu ve seçimden çıkan kararla kendilerine tam bir yetki verilmiş olduğunu düşünüyor. Bu bakımdan Tayyip Erdoğan’ın aldığı kararlar bu kadar sert ve geri dönüşsüz. Özellikle Gezi eylemlerinde ciddi anlamda demoralize oldu, toplumun bu kadar sert tepki göstereceğine ve devam eden bir eylemler silsilesine hiç ihtimal vermiyordu. Bu direniş aslında AKP çevrelerinde de büyük bir moral bozukluğuna sebep oldu. O bakımdan bugün yaşanan ekonomik sorunlarda da başta Gezi’yi sorumlu tutuyor ama Türkiye’nin bugün yaşadığı sorunların temelinde Erdoğan’ın hatalı uygulamaları, yanlış iç ve dış politik tavrı vardır. Saray koridorları aslında ona toplumun içinde yaşadığı sıkıntılardan uzak bir atmosfer yaşatıyor ve kafasındaki neyse onu hayata geçirmek için aklına geleni yapıyor. Kendi istemediği bir gelişme olursa bunun önüne geçecek güce sahip olduğu için istemediği bir düşünceye, görüşe fazla sempatik bakmıyor.

– Yunanistan, Türkiye sınırında mültecilerin geçişini önlemek için hendekler kazıyor, polis yığıyor. Bizde ise taksicilere “İl dışına taşıyacağınız yabancılara seyahat belgesi sorun” demek önlem olarak sunuluyor. Suriye’ye yeni bir operasyon yapıldığında mültecilerin dönme ihtimali de ortadan kalkacak, hala bu konuda kesin bir politika uygulanmamasını anlayabiliyor musunuz?

2013-14 yıllarında Avrupa’yla görüşmeler yapıldı ve o görüşmelerin ardından da Türkiye Avrupa’yla geri kabul anlaşması imzaladı, yani Avrupa’ya geçen bir mülteci Türkiye’den gittiğini söylerse koşulsuz şartsız Türkiye bunları geri alacak. Bu korkunç, hatalı bir anlaşma. Türkiye’deki göçmen sayısının 10 milyona yaklaştığını hepimiz biliyoruz, Avrupa da biliyor. O nedenle kendi çıkarları için önlem alıyor. Bu konunun temelleri aslında Birinci Körfez Savaşı’nda atıldı, özellikle Irak’ın Kuzey’inde oluşturulan uçuşa yasak bölgeyle beraber de facto bir Kürt devleti kuruldu, Türkiye de bu sürece bir anlamda katkı sağladı. Daha sonra Erdoğan Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanı olduğunu söyledi ve Irak’a yapılacak savaşta Amerika’nın yanında olduğunu dünyaya deklare etti, 1 Mart tezkeresini geçirmek için de elinden geleni yaptı. Suriye’deki iç savaştan sonra halkın oradan gerek güvensizlik, gerek zorlamayla kaçışı veya geçişi teşvik edildi ve insanlar oluk oluk Türkiye’ye gelmeye başladılar. Dikkat edin, Suriye’de önemli bir Kürt nüfus var ama Kürtlerden Türkiye’ye göç eden yok, çünkü o Kürt nüfusunun Kuzey Suriye’de yerleşik bir düzene geçmesi için özellikle AB’nin ve ABD’nin büyük bir katkısı ve desteği var. Bu süre içinde Suriye’deki PYD/ YPG militanları ABD tarafından eğitildi ve ordu inşa edildi, şu anda 80 bin civarında bir terörist ordu var Amerika’nın desteğiyle kurulmuş olan. Bomba ve saldırılarla boşaltılmış olan bu alan Kuzey Suriye’de oluşturulacak olan Kürt devletine bir zemin hazırlandı. Bir sonraki aşamada Türkiye’nin demografik yapısının değiştirilmesi ve Kuzey Irak’la Kuzey Suriye’de kurulmuş olan bu de facto devletlerin birleştirilerek Akdeniz’e ulaştırılması var. Bu sorun, göçmen sorununun da ötesinde büyük bir güvenlik sorunu, bu arada ilginç bir şekilde Afganistan’dan da yüzbinleri geçen göçmen akını var, bunun öncesinde Erdoğan Biden’dan aylarca görüşme talep etti, gerçekleşmedi, en son Biden yönetimi Amerikan askerlerinin Afganistan’dan çekilmesine karar verdikten bir süre sonra Erdoğan’a randevu verdi.

Bu görüşmede Kavakçı’nın kızından başka hiç kimse yoktu, neler konuşulduğunu Hariciye de, Türk toplumu da öğrenemedi ama görüşmenin hemen arkasından Afganistan’dan genç erkeklerin binlere kilometreyi aşarak Türkiye’ye girdiğine tanık olduk. Hepsi dinamik, genç, çoluk çocuksuz, bunlar savaş kaçkını veya mülteci değil, Afganistan’da Amerikan ordusuyla çalışmış milis güçleri ve maalesef şu anda Türkiye’de on binlerce Afgan milis gücü var, nerede yaşadıklarını bilmiyoruz, kayıtları, parmak izleri yok ve bunlar gerçekten Türkiye için çok büyük bir güvenlik sorunu oluşturuyor.

İNGİLTERE KAÇAKLARI YAKALAYIP RUANDA’YA GÖNDERİYOR

Türkiye şu anda derin bir ekonomik ve siyasi krizlerle boğuşuyor, toplum katmanları arasına bilinçli bir şekilde nifak tohumları ekiliyor, burada maalesef büyük bir risk ve tehdit var, bu sorunlar arasında Türkiye’nin güvenliği sağlaması hiç de kolay olmayacak. İngiltere’ye son 3 yıl içinde 200 binin üstünde mülteci gelmiş, İngiltere bunu çok büyük bir tehdit olarak algıladı ve katı önlemler aldı. Şu anda sınırı geçen kaçak hemen yakalanıyor ve Ruanda’ya gönderiliyor, insan kaçakçılarına ömür boyu hapis uyguluyor, maalesef bizim sınırlarımız delik deşik!

– Erdoğan neden daha önce Esad’la aile ziyaretleri yaparken Suriye’de Esad’la ilişkiyi bozdu ve şu anda ABD, Rusya, Suriye, İran ve Batı ile sürtüşme içine girdi?

Erdoğan kısa süre içinde iktidardan gideceğini, muhalif grupların savaşı kazanacağını düşündü ve bu gruplar içinde özellikle İhvancı bir kültürün giderek güçleneceğini hesap etti. O dönemde hükümet üyeleri Suriye’ye gidip görüştüler, o dönem iyi yönetilmiş olsaydı, daha rasyonel, vizyonel bir görüş benimsenmiş olsaydı bu kadar problemi yaşamayacaktık.

– Esad’la Erdoğan’ın yakın oldukları dönem sizin de milletvekili olduğunuz dönemdi değil mi?

Ben AKP’deyken Esad’la yakın bir teması vardı, ben Esad’ın davetlisi olarak Suriye’ye gittim, 10 gün kaldık ve bütün önemli siyasetçilerle görüştük. Türkiye ile Suriye arasında çok güzel ilişkiler vardı. Benim milletvekilliği dönemimden sonra da bu ilişkiler giderek güçlendi, Erdoğan Esad’ın ailesiyle beraber tatil yaptılar, iki sınır ülkesinin olması gereken şeyleri yaptılar. Daha sonra içerdeki siyasal karışıklık Erdoğan tarafından çok farklı değerlendirildi, sürece bir ihvan kültürüyle, mantığıyla baktı ve Esad’ın karşısındaki grupları desteklemeye başladı. Bana göre tarihi hata oydu.

– “Türk ekonomisi planlı bir süreç, önce para bolluğu, ardından ağır bir ekonomik kriz” diyorsunuz, neden kendisini köşeye sıkıştıracak adımları planlı olarak atsın, bir hükümet intihar eder mi?

AKP iktidara geldiğinde dünyada para bolluğu vardı, Türkiye’de bundan bir ölçüde nasibini aldı ama bu bolluğun devam edeceğini düşünerek para akışını çok kötü yönettiler, AKP bir anlamda el kesesinden ağalık yaptı. Almış olduğu paraları maalesef yolsuzluk girdabında yok etti ve büyük ölçüde betona gömdü, oysa bu alınmış olan krediler ve gelen sıcak parayı rasyonel bir şekilde kullanmış olsaydı, istihdama, yatırımlara yönelik projelere yatırmış olsaydı bugün Türkiye bu sıkıntıları çekmezdi. Buna paralel giderek artan dış borç Türk ekonomisini tamamen dışa bağımlı hale getirdi. Kredi kuruluşları Türkiye’ye bu paraları rahatlıkla boca ettiler, verdiler, şu anda CDS risk primleri 750’lere yaklaşmış ve Türkiye şu anda yüzde 10 faizle bile para bulmakta zorlanıyor. Yugoslavya örneğine bakarsanız orada da sıcak parayla ekonomi rahatlık yaşadı ama daha sonra bu paranın geri dönüş süreci başladığında ekonomik kriz yaşadı, bunun ardından toplumda var olan etnik grupların ayrışmasıyla sonuçlandı. Bu bakımdan Türkiye’nin çok dikkatli olması lazım, Türkiye çok riskli bir döneme girdi, ağır bir ekonomik krizle boğuşurken giderek sertleşen bir siyaset diliyle karşı karşıya. Bunun yanında Türkiye’yi bir anlamda işgal etmiş, 10 milyona yakın mülteciyle Türkiye’nin demografik yapısı değiştirildi, bana göre bu bir savaş süreci değil, insani bir süreç değil, Türkiye adına kurgulanmış bir süreç. İlerleyen yıllarda Türkiye ağır bir riskle karşı karşıya bırakıldı. Şu anda Türkiye’nin iç ve dış politikasına baktığımızda önümüzdeki birkaç yılın çok kritik olduğunu söylemek abartılı olmaz.

Yurt dışından para arayışları yoğun şekilde sürüyor, buna ilave olarak muhtemelen yoğun bir para basımı ile kısmi bir rahatlama ve enerji fiyatlarında bir indirimle topluma her şeyin iyi gittiğine dair mesaj verilmesi söz konusu olacak. Bunların etkisi birkaç ayı geçmez, sonrasında yine enflasyon artışı ve ekonomik krizin derinleşmesi devam eder. İşte bu periyodu iyi değerlendirip bir baskın seçime gidebilir Erdoğan. İlk iktidara geldiği Kasım ayı onun için bir şans ayıdır, seçim tarihi kararında bunun da etkisi olacaktır.

6’LI MASADA SEÇİME KADAR BİR KIRILMA OLMAMALI

6’lı masanın bu süreçte kendi aralarında uyumlu ve koordineli olmaları son derece önemli. Şüphesiz bazı fikir ayrılıkları olacaktır ama bunun bir kırılmaya yol açmaması lazım. Bu görüntüyü abartıp aleyhlerinde kullanacak ve bu konuda son derece mahir bir Erdoğan var karşılarında.

– Siz hangi partiye oy vereceksiniz?

14 yıldır ilk kez oy kullanacağım, bunun heyecanını yaşıyorum. Oyum AKP iktidarının son bulması için olacak. “İstikametten saptığımız zaman sakın bize oy vermeyin” demişti Erdoğan yıllar önce. Bana göre Erdoğan ve ekibi istikametten sapmıştır, ben de bu nedenle oyumu onlara vermeyeceğim. Şu anda Türkiye’nin sıkıntıdan kurtuluşunun tek yolu tekrar demokratikleşmeye dönmesi, hukuk devleti olması, tek adam rejiminden kurtularak yöneten ve denetleyen bir demokratik düzleme oturması, parlamentonun eski etkinliğine yeniden kavuşmasıdır. Böyle olduğunda dünyada tekrar itibar kazanmaya başlayacak. Şu anda böyle değil, çünkü demokrasi liginde değil, çünkü otokratik bir rejimle yönetiliyor, dışardan bakıldığında böyle görünüyor. AKP’nin bu politikalarıyla da Türkiye’nin doğru bir konuma oturması mümkün değil.

– Uzun süredir medyada yaptığınız cesur yorumları, derin analizleri izleyenler size güveniyor ve yeniden siyasete girmenizi istiyorlar, bunu biz de duyuyoruz, umarım muhalefet partileri de duyuyordur. Partilerden teklif gelirse bunu düşünüyor musunuz, yoksa Londra’da mı kalacaksınız?

Öncelikle şunu söyleyeyim, ben seçimlerden sonra AKP’nin iktidardan gideceğine inanıyorum ve ben yıllardır özlemini çektiğim ülkeme döneceğim ve mesleğime burada devam edeceğim. Genç hekimler yetiştireceğim, ben yıllardır bunun hayaliyle yaşıyorum. Son dönemde görüşlerimi paylaşma niyetimin arkasında bir politik beklenti yok, sadece bilgimi, tecrübemi milletimle paylaşarak acaba sürece bir nebze olsun katkım olabilir mi bunun çabası içerisindeyim. Özellikle muhalefet cephesinde bulunan bütün parti liderleriyle geçmişten gelen bir hukukum var, zaman zaman görüşüyorum de kendileriyle. Fakat hiçbiriyle siyasi bir yol haritası konuşmadık, bana da böyle bir teklif gelmedi, ifade ettiğim gibi siyaset gündemimde yok, fakat bana ihtiyaç duyulması halinde siyasette olmam gerekiyorsa elbette olurum. Ülkeme hizmet hangi noktada olacaksa orada olmaktan gurur duyarı ama kişisel bir hesabım hiçbir zaman olmadı, bundan sonra da olmayacak. Milletin iradesine önem veren partiler, umalım da milletin bu talebine kulak versinler. Türkiye’nin sizin gibi dürüst siyasetçilere bugün her zamankinden çok ihtiyacı var. İngiltere’den yaptığımız bu röportaj için teşekkür ederim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir