Türkiye, kadına yönelik şiddetin önlenmesini hedefleyen İstanbul Sözleşmesi ya da tam adıyla “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi”nden Mart 2021’den çekilme kararı almıştı. Çok sayıda kadın örgütü de Türkiye’nin sözleşmeden çekilmesini öngören Cumhurbaşkanlığı Kararı’nın iptali için Danıştay’da dava açmıştı.
Sözleşmeyle ilgili başvuruları değerlendiren Danıştay’ın bugün kararını açıklamasını bekleniyor. Danıştay Başsavcılığı, başvurularla ilgili açıkladığı mütalaasında İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesinin hukuka aykırı olduğunu belirterek sözleşmeden ancak TBMM’de kabul edilecek yeni bir yasayla çıkılabileceğini kaydetmiş ve “Kanun hükmünde sayılan ve usulüne göre yürürlüğe girmiş temel hak ve özgürlüklerle ilgili İstanbul Sözleşmesi korunmalıdır” demişti.
Peki Türkiye’nin Avrupa Konseyi üyesi olarak İstanbul’da ilk imzacısı olduğu sözleşme nedir?
Şiddete sıfır tolerans
Kendi alanında sadece Avrupa değil, dünya genelinde “altın standart” olarak gösterilen sözleşme, kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddeti bir insan hakkı sorunu olarak ele alıyor ve bu tür şiddete sıfır tolerans gösterilmesini hedefliyor. Şiddetin önlenmesi, mağdurların korunması ve şiddet uygulayanların adalete teslim edilmesi, sözleşmenin temel taşlarını oluşturuyor. Ev içi (fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik) şiddet, kadınların sünnet edilmesi, zorla evlendirilme, cinsel taciz, cinsel şiddet, taciz amaçlı takip, kürtaja zorlama ve kısırlaştırmaya zorlama gibi olguların bir suç olarak düzenlenmesi ve cezalandırılmasını öngörüyor.
Sözleşme daha çok kadınlar için olsa da erkek ve çocukları da kapsıyor. Erkeklerin de aile içi şiddet ve zorla evlendirilme gibi bazı şiddet türlerine maruz kaldığını belirterek taraf devletleri, sözleşme hükümlerini erkekler, çocuklar ve yaşlılar dahil olmak üzere, aile içi şiddetin tüm mağdurlarına uygulamaya davet ediyor.
Sözleşme, aşırı muhafazakâr çevrelerin iddialarının aksine, aynı cinsiyetten olan çiftlerin yasal olarak tanınması da dahil olmak üzere, toplumsal cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimle ilgili olarak yeni standartlar getirmiyor. Aile ve evlilik kavramları konusunda yeni tanımlar içermiyor.
Sözleşmenin taraf devletlerce uygulanışını izlemek amacıyla oluşturulmuş GREVIO (Kadına Yönelik Şiddetle ve Aile İçi Şiddetle Mücadele Konusunda Uzmanlar Grubu) adlı bir denetim mekanizması da bulunuyor.
Sözleşme muhafazakâr çevrelerin nasıl hedefi oldu?
Türkiye, sözleşmeyi İstanbul’da imzalayan ilk Avrupa devleti olmasının yanı sıra 12 Mart 2012’de sözleşmeyi çekincesiz onaylayan ilk devlet olarak da tarihe geçmişti. Tüm bunlar o günlerde Türk hükümetine Avrupa’da puan kazandıran hamleler oldu.
Türkiye için öncü bir adım olan sözleşme, imzalandıktan yaklaşık 9 yıl sonra ise muhafazakâr çevrelerin hedefi oldu. Sözleşmeye karşı çıkanlar çoğunlukla sözleşmedeki “toplumsal cinsiyet” ve “cinsel yönelim” gibi ifadelerin kabul edilemez olduğunu savunarak sözleşmenin bir bütün olarak Türk aile yapısına zarar verdiğini iddia etti.
Kadın örgütleri ise Türkiye’de erkek şiddeti vakaları ile kadın cinayetlerinin önüne geçilebilmesi için sözleşmenin hayati önemde olduğuna dikkat çekiyor. Bu sebeple, Türkiye’yi sözleşme maddelerini uygulamaya ve imzacı olarak üzerine düşen görevleri yapmaya davet ediyor.
Avrupa Konseyi’ndeki son durum
Sözleşmesi imzalamayan iki ülkeden biri Rusya’ydı. Ancak Rusya, Ukrayna savaşı nedeniyle Konsey üyeliğinden atılınca sözleşmeye imza atmamış ülke olarak sadece Azerbaycan kaldı.
Sözleşmeyi imzalamış olup henüz onaylamamış ülkeler ise Bulgaristan, Çekya,Macaristan, Ermenistan, Letonya, Litvanya, Slovakya ve Birleşik Krallık.
Bu devletlerin sözleşmeyi imzalamama ya da imzalasalar da onaylamama nedenleri büyük ölçüde iktidardaki popülist-muhazafakâr hükümetlerin siyasi hesaplarından veya kilisenin baskısından kaynaklanıyor.
Ukrayna ise geçen Haziran ayında parlamentosundan sözleşmeyi geçirirek onay sürecini tamamlayan son ülke oldu.
KK/HS/EC