Küreselleşme kapitalizmin koma hali miydi

Ülkemizde çağdaş düşünce akımları eskisi gibi yakından izlenmiyor, aydınlar fazlasıyla ülkelerine ve içlerine kapalı ya da çoğu fikir alanında yıllar öncesine takılı kalmış arkadaş gruplarından çıkamıyorlar. Bu bakımdan bu karşılaştırmalı küreselleşme eleştirilerinin yararlı olacağını düşündüm. Aşağıdaki iki alıntıdan birincisi Nobel ödüllü Joseph E. Stiglitz’e ait. Stiglitz’in kendi eserlerinde şiddetle eleştirdiği Dünya Bankası’nın eski baş ekonomisti olduğunu da anımsatırım. İkinci ve radikal eleştiri Robert Kurz adlı Alman filozofun. Maalesef 2012 yılında yitirdiğimiz Kurz, Almanya’da “wertkritik” (değer eleştirisi) olarak bilinen Marksist kökenli bir fikir akımının kurucu ismi.

(Ünlü ekonomist Joseph Stiglitz)

Stiglitz küreselleşmenin risklerini 2006 yılında yayınlanan “Making Globalization Work” adlı kitabında ortaya koymuş. Ünlü ekonomist “Blätter für deutschen und Internationale Politik” adlı Alman dergisinin Mayıs sayısındaki yazısında üzülerek haklı çıktığını anımsatıyor ve küreselleşmeyi denetim altına sokmak için ivedi önlemler alınmasını öneriyor.

Kurz’dan yapılan alıntı 1999 yılında yayınlanan “Schwarzbuch Kapitalismus” (Kapitalizmin Kara Kitabı) adlı eserinden. Filozof, küreselleşmeyi kapitalizmin bir nevi koma hali olarak görüyor ve sistem sorununu yine ve yeniden gündeme getiriyor. Sanki şimdi yaşanacakları 20 yıl öncesinden görmüş gibi. Dünyanın büyük çalkantılar yaşadığı bugünlerde en çok ihtiyacımız olan nerede olduğumuzu ve nereye gittiğimizi bilmek.

NOBEL ÖDÜLLÜ EKONOMİSTİN GÖRÜŞLERİ

Stiglitz şöyle diyor:

“Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin sonuçları bize dünya ekonomisinin sürekli karşı karşıya kaldığı öngörülemeyen altüst oluşları anımsattı. 11 Eylül 2001’deki terör saldırılarını kimse kestiremezdi ve hiç kimse 2008 mali krizini, Kovid-19 salgınını ya da ABD’yi korumacılığa ve milliyetçiliğe iten Trump’ın seçimi kazanacağını göremezdi…

“Bu olayların her birinin dev bir makroekonomik etkisi oldu. Salgın, dikkatimizi, görünüşte sağlam olan ekonomilerimizdeki direnç eksikliğine çekti… Ekonomik kırılganlığın farkına varmamızı sağladı ve böylece tek bir şirketin (Lehman Brothers) iflasının tüm küresel finansal sistemin neredeyse çöküşüne neden olduğu küresel finansal krizlerin derslerinden birini daha tekrarladı.

(Küresel ekonomi sıkıntıda)

“Aynı şekilde, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Ukrayna’daki savaşı, gıda ve enerji fiyatlarındaki zaten endişe verici olan artışı daha da vahim hale getirdi. Bunun çok sayıda gelişmekte olan ülke ve yükselen piyasalar açısından, özellikle de pandemi sırasında borçları sert şekilde artmış olanlar için potansiyel ciddi sonuçları var.

NEOLİBERALİZMİN BAŞARISIZLIĞI

“Almanya gibi büyük ekonomilerinin çabuk veya az bir maliyetle vazgeçemeyeceği bir hammadde olan Rus gazına bağımlılığı nedeniyle Avrupa çok savunmasız. […] Mevcut direniş eksikliği neoliberalizm ve onun siyasi çerçevesinin temel başarısızlığıdır.

(Filozof Robert Kurz)

“Kendi haline bırakılan piyasalar miyoptur ve ekonominin finansallaşması bu olguyu daha da kötüleştirmiştir. Sonuçları çok vahim olabilecek anahtar riskleri, daha uzak sanılanları başta olmak üzere tam olarak göremezler. […]

“Piyasalar bu riskleri hesaba katmadıklarından onlara direnebilecek şekilde yeterince yatırım yapmamakta ve bu da toplum için maliyetleri artırmaktadır. Genellikle önerilen çözüm, şirketleri eylemlerinden kaynaklanan maliyetlerin daha büyük bir kısmını üstlenmeye zorlamak için risklere bir fiyat konulmasından ibarettir. Aynı mantık, sera gazı salınımları gibi olumsuz dışsallıklara da fiyat koymamızı gerektiriyor. Bir karbon fiyatı olmadan, çok fazla kirlilik, çok fazla fosil yakıt kullanımı ve yeterince çevre dostu yatırım ve yenilik de gerçekleşmez.

“Ancak risk fiyatlandırması, karbon salınımını fiyatlandırmaktan çok daha zordur. Yine de bu seçeneklerle bile (sanayi politikaları ve kurallarla) ekonomiyi doğru yönde hareket ettirebilmek mümkün idi ama neoliberal “oyun kuralları”, dayanıklılığı artırmak için müdahaleler yapılabilmesini zor hale getirdi.

ÖZERK PİYASA BİR HAYALDİR VE HAYALLER TABİİ GERÇEKLEŞMEDİ

“Neoliberalizmin bakışı sınırsız verimlilikteki piyasa çerçevesinde rasyonel şirketlerin uzun vadeli kârlarını maksimize edebilecekleri yanılsamasına dayanıyor. Neoliberal küreselleşme sisteminde, şirketlerin satın almaları en ucuz kaynaktan yapmaları olağandı ve tek tek şirketler Rus gazına bağımlılık riskini yeterince dikkate almıyorlarsa, hükümetlerin onlara müdahale etmemesi gerekiyordu[…]

(Ekonomist Stiglitz’in kitabı)

“Şimdiki hedefimiz ise artık acımasız bir korumacılık ile bağımlılığa karşı meşru önlemleri birbirinden ayıran uygun küresel standartları tanımlamak olmalıdır, güvenlik endişelerini ele alan sistemik ulusal kurallar geliştirmeliyiz. […] Ama mesele sadece neoliberal ticaret sistemini hafifçe iyileştirmekten ibaret değildir. Pandemi sırasında, Dünya Ticaret Örgütü’nün fikri mülkiyet kuralları dünyanın birçok yerinde aşı üretimini engellediği için binlerce insan gereksiz yere öldü. Virüs yayılmaya devam ettikçe, yeni mutasyonlar ortaya çıktı ve bu da onu daha bulaşıcı ve ilk kuşak aşılara daha dirençli hale getirdi. Fikri mülkiyet güvenliğine çok fazla odaklanıldığı ve ekonomimizin güvenliğine yeterince önem verilmediği açıktır. Küreselleşmeyi ve kurallarını yeniden düşünmemiz gerekiyor. Mevcut Ortodoks politikalar için yüksek bir bedel ödedik. Şimdi, bu yüzyılın büyük altüst oluşlarından ders alacağımızı umuyoruz. »

ALMAN FİLOZOF NE DEMİŞTİ?

Stiglitz, 2022’de artık ders çıkarılması gereğini vurgularken Alman filozof Robert Kurz, daha 1999’da küreselleşmenin bir ilerleme değil hastalık belirtisi olduğunu vurguluyordu:

“1990’ların kesinlikle temel sloganı olan sözde ‘küreselleşme‘, görünüşte hakiki bir süreç gibiydi. Ancak ‘ebedi kapitalizm’ içinde basit bir yapısal bir değişikliğin genel bir ifadesi olarak anlatıldığından yanıltıcı bir terimdi. Gerçekte ise modernleşmenin çerçevesini oluşturan ulus kavramındaki kategorik bir krizi ve yok oluşu yansıtıyordu […]

(Filozof Robert Kurz’un yazdığı Kapitalizmin Kara Kitabı)

“Üçüncü sanayi devriminin ‘yüksek düzeyde üretkenlik paradigması’, ekonomide kozmopolit olmaya götürmekteydi ama bu gelişme sadece ekonomideydi ve bir bütün olarak ayrışıp çürüyen ekonominin sadece belli bir parçası kozmopolitti. Bu dönemde olan değişim yıllara yayılmış bir eğilimin devamı değil yapısal bir kırılmaydı. Küreselleşme dünya pazarında ticaretin genişlemesi ya da ulusal ekonomiler arasında sermaye ihracının basit bir niceliksel artışı değil ulusal ekonomilerin kendiliklerinden çözülüp ayrışmasıydı. Küreselleşme, çağdaş “ulus” yapısının ekonomik merkezinin kriz dönemi kapitalizmi tarafından süpürülmesiydi.

“Bu çerçevede küreselleşme devletin geri çekilmesi, ekonominin mali kapitalizm tarafından sanal hale getirilmesi ve (bunun paralelinde) üçüncü sanayi devriminin bir sonucu olarak “insanın yok edilmesi” şeklinde belirdi. Öte yandan bu üç süreç, yani devletin çekilmesi, sanallaşma ve küreselleşme birbirleriyle etkileşerek güç kazanmakta, reel ekonomi ortadan kalkmakta ve finans piyasalarının spekülasyon dinamiğinde bir uzantıya dönüşmekteydiler.[…]

“Küreselleşme, üçüncü sanayi devrimi tarafından tetiklenen yapısal kitlesel işsizliğin ve devletin kural koymaktan vazgeçmesinin bir diğer mantıksal sonucundan başka bir şey değildi. […]

(Küreselciliğin kurbanları arasında ABD halkı da var)

KÜRESELLEŞME DÜNYAYI TERSİNE ÇEVİRDİ

“Sanayide ve iş yönetimindeki bu küreselleşme boyutunun üzerine mali kapitalizmin bir ikinci boyutu daha eklenir ki asıl düzeni de bu sağlar. Ek getirimi olan bir emeğin gerçekteki yokluğu nedeniyle sermaye oluşumunun sanallaşması dünya düzeyinde mal ve hizmetlerin akışıyla sermaye akışı arasındaki ilişkiyi tersine çevirir: dünyada mali akış artık mal ve hizmetlerdeki akışın bir ifadesi değildir, durum bunun tam olarak tersidir. Gerçek mal akışı (yani insanın maddi üretimi) artık sadece bir görüntü, hatta bir çöptür, spekülasyoncu mali sermayenin otonom ve hayali birikimidir.

“Kapitalistin kendi açısından olan hedefi bu şekliyle en saf biçimiyle görünür, aynı zamanda gerçek hayata bu gerçekdışı haliyle egemen de olur ki bu da Batılı merkezlerde “çöküş” yaşanana kadardır.

“Spekülasyoncu sermayenin hayali birikim gösterisi sadece mal akışını kendi hayali ihtiyaçlarına göre düzenlemekle kalmaz aynı zamanda mantıken küreselleşmenin de merkezindedir ve gerçek üretimden de daha geniş anlamdadır …”Modernleşmenin” bu son biçimi modernliğin hem çözülmesi ve hem de kendini yok etmesidir. Çünkü zaten birçok açıdan insanlıktan çıkmakla kalmamakta arkaik toplumların uygarlık ölçütlerinden de daha geriye düşmektedir. Küreselleşme bu bakımdan kapitalizm karşıtı eleştirel bir yaklaşımla bir ilerleme olarak bir miras gibi sahip çıkılıp, kullanılacak bir şey değildir. Bu noktada Aydınlanmanın burjuva felsefesine esir kalmış eski Marksist bir kurgu yalanlanmış oluyor. Kapitalizm gelişmesinde küreselleşme yoluyla yeni bir aşamaya geçmedi, ömür sınırının ötesinde hayali bir yaşam devam ettirdi. Bir bakıma Edgar Allen Poe’nun öyküsündeki Valdemar gibi, ölürken, kendini ipnotize ettirdi ve bu şekilde uzun süre yaşam ve ölüm arasında kaldı. Ta ki hipnoz uykusundan uyanıp şekilsiz ve çürümüş bir et yığınına dönüşene kadar.”

(Alman dergisi Blätter für deutschen und Internationale Politik)

Nobel ödüllü ekonomistin ve filozofun saptamaları bunlar. Son olarak şunu ekleyeyim, öyle günlerdeyiz ki birkaç yıl önce insanlara inanılmaz gelen gelecek tahminlerinin ve marjinal ya da meczup işi gibi görünen ekonomi eleştirilerinin ne kadar gerçekçi olduğunu anlamayan kalmayacak bu gidişle. “Ya sosyal sistem değişikliği ya da barbarlık” denklemi bugünün en gerçekçi saptamasıdır.

Kayahan Uygur

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir